Kendi aklınıza bile güvenemeyecekseniz, bu dünyada güvenecek kiminiz kalmıştır?

Bundan yaklaşık bilmem kaç yıl önce bir iş başvurusunda bulundum. Bu başvuru sırasında benden sağlık raporu istediler. Rapor almak için en yakında ki devlet hastanesine başvurdum. Doktorları tek tek dolaşırken sıra Psikiyatri odasına geldi. İçeri girdim ve konuşmaya başladık. Önce kağıda bir şeyler karaladı, “-Sende gariplik var.” dedi. Daha sonra bir şeyler daha karaladı. “-Bu testi yaptır gel.” dedi. Testi yaptırmak için psikoloğun odasının yolunu tuttum. Test oldukça uzun sürdü. Bir sürü soru vardı, bir sürü.

Test sorularını çözerken aklıma gelen şey geçmişe aitti. Çok da geçmiş sayılmaz. Doktorun odasının önünde beklerken içeriden çıkan genç kızın bana olan garip bakışları. Garip ve korkutucuydular. Gülümsemesi bile bu korkunçluğu gidermiyordu.

Geçmişe ait başka şeyler de vardı. Doktorun kağıda yazdığı ilk şey. Kağıda yazıp daha sonra üzerini karaladığı şey. Bir zeka testi istemişti. Demek ilk seferde insanlarda böyle bir izlenim bırakıyordum. “- Az konuşmanın sonuçları olsa gerek dedim.” kendi, kendime.

Ben az konuşan insanların diğerleri tarafından daha çabuk unutulduğunu fark ettim. (Çabuk unutulmanın başka bir yolu da karşınızda ki kişiye asla ismiyle hitap etmemenizdir.)Ömer Moğultay

Test sorularını cevapladım ve teslim ettim. Ertesi gün uğramamı söyledi. O gün akşam oldu. Ertesi günün sabahında tekrar hastanenin yolunu tuttum. Biraz da canım sıkkındı. Çünkü bu psikiyatri olayı uzatmıştı. Ben uzun zaman işsiz kaldığım için bir an önce işbaşı yapmak istiyordum. Psikiyatri için önce test sonuçlarını almam gerekliydi. Ben de psikolog ziyaret ettim önce. Bana ilaç kullanıp kullanmadığımı sordu. “-Hayır.” dedim. Daha sonra gitmem gereken yere, asıl yere gittim. O da test sonucunu açtı, baktı. Bana sorunlarım olduğunu ve tedavi olmam gerektiğini söyledi. Her neyse, bir şeyler oldu ve ben raporu alıp işyerinin yolunu tuttum. Bir daha da psikiyatrinin yoluna dahi uğramadım. Doğal olarak…

Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. İki yıla yakın olabilir ama üç olduğunu sanmıyorum. Sonra yine ben, bendim. Nedensiz acılarım vardı. Dayanılmaz hale gelince doktorun dedikleri hatırıma geldi. O sıralar Aksaray’da ikamet ediyordum. Evim diyemem. Orada yaşıyordum sadece. Ya da yaşamıyordum sadece vardım ama nasıl olduğunu bilmiyordum çünkü ölü değildim bunu anlayabiliyordum çünkü ölmek istiyordum.

Hastane anıları

Beni burada arama, ben uzaklardayım…

Çok zaman oldu, o kadar zaman oldu ki artık sevdiğim kızları bile unuttum. İsimlerini ve yüzlerini dahi unuttum. Umut beni terk etmişti. Onu arıyordum, umudu. Gökyüzündeki şekilsiz bulutlarda, esen sonbahar rüzgarlarında, sevdiğim kızların yürüdüğü yollarda arıyordum. “-Bir gün…” diyordum.

Ankara’da çalışırken beraber çalıştığım ustanın sözleri bir başka ders olmuştu bana. “-Ömer” dedi.

Ömer, senin sorununu buldum. Senin hiç şımartanın olmamış.

İlginçtir ki ben her zaman normalin dışında bir kimse olmuştum. Sessiz, içe kapanık. Fakat, Ankara’da işleri gayet iyi idare ettiğimi düşünüyordum. Demek öyle değilmiş.

Geçmişimi sık sık düşünürüm. Her şeyi en ince detayına kadar düşündüğüm gibi var olma nedenimi de az sorgulamadım. Yeri göğü yaratan rab, henüz nedenini bilmediğim bir sebepten lanetlemişti beni, var olmakla.

Ankara’da ki işi bıraktığım zaman durumum çok daha kötüleşti. Oradaki işten hoşlanmıyordum. Aslında istediğim bir işti. Fakat benim durumumda biri iseniz işin ağırlığından ziyade etrafınızdaki insanların karakteri daha fazla önem kazanıyor. Liseye gittiğimi hatırlıyorum. O dönemde insanların gözlerinin içine bakamıyordum. Ruhum bedenimin içinde kafesten kurtulmaya çalışan kuşlar gibiydi. Onlar için okul zaman geçirilecek bir yerdi. Ben ise her şeyi daha fazla ciddiye alıyordum. Kaybedecek zaman yoktu. Babamın ısrarı olmasaydı liseye bile gitmeyecektim. Bir süre sonra kader beni bu seçimi tekrar yapmam konusunda zorlayacaktı. Lisede notlarım gayet iyi idi. Lisede ikinci sınıfa geçtiğim zaman babam işinden oldu ve başka şehre çalışmaya gitti. Bizim için zor zamanlardı ama herkesin zor zamanları vardır. Ben çalışma amacıyla okulu bıraktım. Çok çabuk anlayacaktım. İlkokul ve lisede derslerim iyi olmasına rağmen hayat konusunda tecrübesizdim.

Normal bir hayat yaşamadıysanız, normal biri olamazsınız!

Okul arkadaşlarımın her biri belli makam ve mevkilere gelmişti. Bana ise hayatın gerçekleri ile yüzleşmek kalmıştı.

Yeniden göğe baktım. Yeniden sonbahar rüzgarlarını bekledim. Sevdiğim kızların isimlerini, yüzlerini hatırlamaya çalıştım.

Hastanede karşılaştığım ilk doktor gitmiş yerine yenisi gelmişti. Ben o sıralarda yeni bir iş bulmuş çalışıyordum. Fakat çok bunalıyordum. Bu bunalmanın yeniden işi bırakmakla sonuçlanacağının farkında olduğum için doktora görünmeye karar verdim. Doktora gitme kararımda başka bir etken daha vardı.

İnsanlara baktım. Hepsinin yardımcıları vardı. Kiminin anne, babası. Kiminin arkadaşları ama hepsinin vardı. Benim ise başım sıkıştığında yardım istemek için kimse aklıma gelmezdi. Çok sıkıldığım, her şeyin üzerime geldiği bir an da rabbe dedim ki “- Ey rab, herkese bir yardımcı vermişsin. Benimkiler nerede?” Sonra yüreğimden göğsüme doğru bir ses geldi: ” – Seninle aramıza kimseyi koymadık.” İşte bu ses benim yeniden doktorun yolunu tutmamdaki esas nedendir. Çünkü dünyada o kadar insan varken bu hitap benim gibi birine gelmezdi. Gerçi daha gençliğin ilk yıllarında, ergenliğin o çalkantılı döneminde ızdırabımın arttığı bir zamanda yine ona yönelecek ve şöyle diyecektim: “- Beni yaratacağına bir Muhammed (s.a.v) daha yaratsaydın. O seni severdi, sen de onu severdin. Daha iyi değil miydi?” Böyle konuştuğumu hatırlarım. O zamanlar kalbimden ses filan da gelmezdi. Gelse idi o zaman gelmesi gerekirdi, çünkü daha günahsız idim. Fakat sonradan Allah (c.c) merhamet etti de bana doğru yolu gösterdi. Eğer yürüsen bir deniz kıyısında, saatlerce yürüsen. Dursan. Dursan herhangi bir anda. Bir anda, eğilip yere. Alsan bir kum tanesi. Desen ki: “- Bu kum deryası tamam da. Bu kum deryası içerisinde bu kum tanesi çok gereksiz olmuş.” İşte bunu söyleyen kişi ahmağın tekidir.

İşyerinde çalışıyordum. Birinin bana seslendiğini duyuyor ama etrafa bakındığım zaman bana seslenen kimsenin olmadığını görüyordum. Herkes kendi işindeydi. Bir süre sonra bu anormal duruma alıştım ve tepki vermemeye başladım. O sıralar en sık yaşadığım şeylerden biri de duygusal dalgalanmalardı. Bazen nedensiz yere mutlu oluyor bazen de üzülüyordum. Bazen bir karınca ile güreşsem kaybedecek gibi hissediyor, bazen de üzerimde atom bombası patlasa kılıma zarar gelmeyecek gibi hissediyordum. Tüm bunlardan doktora bahsettim. Fakat ilk görüşmemde seslerden bahsetmedim. Zaten hafızam çok zayıflamıştı. O yüzden unutuyordum. Doktora gitme vakti yaklaşınca günlerce başıma gelen, karşılaştığım olayları tekrar ediyordum. Bazılarını unutmamak için not alıyordum. İlk doktorla görüşmemde bana ilaç yazdı. İkincisinde seslerden bahsedince ilaçları değiştirdi. O zamana kadar rahatsızlığımı bilmiyordum. Açıkçası sormakta aklıma gelmedi. Bir tesadüf eseri öğrendim. Eczacı bana ilaçları verince yanında ilaçların adının yazılı olduğu bir kağıt daha verdi. Alt kısımda şöyle diyordu: “Atipik Psikoz”

Doktorla ikinci görüşmemde biraz daha hazırlıklıydım. Ona başka şeylerden daha bahsettim. Hani bazen kimsenin etrafınızda olmadığı zamanlar biri sizi görüyormuş gibi hissedersiniz ya, o bana daha sık oluyordu. Öyle gerçekçi geliyordu ki görünmeyen varlıklar beni izliyormuş gibi geliyordu. Bazen de sanki biri dokunuyormuş gibi oluyordu. Bir gün ayakta bir işle uğraşıyordum. Omzuma geriden biri dokundu. Ya da bana öyle geldi. Başka bir gün de yatarken ayağıma biri dokundu. Ya da bana öyle geldi. Bu olayların olmadığını biliyor, tepkisiz kalıyordum. Ama öyle gerçekçi geliyorlardı ki bir süre sonra evde yalnız kalamaz oldum. Uyku dışında evde kalmıyor. Kalabalık caddelerde başıboş dolaşıyordum. Kimi zaman bir bank uyumak için bana yatak vazifesi görüyordu. Doktora bunları anlatırken önüme bakıyordum. Sonra ona döndüm. Bana doğru eğilmiş söylediklerimi dinliyor olduğunu gördüm. Bunu yapmakta son derece haklıydı çünkü ses tonum oldukça düşüktü. Daha sonra gerçekten bana yardım etmek isteyen bu kişinin önemini anlayacaktım. Daha sonra hiçbir doktorda ondaki samimiyeti göremedim. İnanın bana bu size verilen ilaçlardan daha önemlidir. Ne zaman ilaçlarım bitse yenilerini yazdırmak ve bir anlamda durum raporu vermek için doktora uğrardım. Bana her seferinde öncekine göre daha iyi göründüğümü söylerdi. Kadın bu haliyle bana başka bir kadını hatırlatıyordu. Ortaokuldaki sınıf öğretmenimi. Onun bana yardımcı olmaya çalıştığını hatırlıyorum. Benim durumum öğretmenlere çok garip geliyordu. İçe kapanık, çekingen, aşırı karamsar bir kişilik. Neredeyse hiç konuşmuyordum. Ben o zamanlar bunu bir karakter özelliği sanıyordum. Gerçek sonradan anlaşılacaktı. Birinci sınıftan beri hep böyleydim. Derslerimin iyi olması daha göz önünde olmama neden oluyordu. Ortaokulda yapılan bir sınavda okul birincisi olunca daha fazla dikkat çektim. Bazen sınıf öğretmeni beni yanına çağırır benimle konuşurdu. Bir gün bana şöyle dedi: “-Daha profesyonel bir yardım alman lazım.” Bugün anladığım kadarıyla profesyonel demekle psikolog ya da psikiyatr gibi bir şeyi kastediyordu.

İlk kullandığım ilaçları hatırlamıyorum. Daha sonra yani durum daha dayanılmaz bir hale gelince işimi bırakıp Adana’ya döndüm. Buradaki doktor başka ilaçlar yazdı. Ozaprin ve Largactil. Ozaprin 10 mg idi. Diğerini hatırlamıyorum. 2016 yılından beri ilaç kullanıyor olsam gerek. Ozaprin bende aşırı kilo alımına neden oldu. Başka yan etkileri de gözüktü. O yüzden doktor bu ilaçları değiştirip bana Sayfren yazdı. Daha sonra başka bir doktor Citoles ekledi. Citoles öncesinde kullandığım ilaçlar ben de pek bir değişiklik yapmadı sadece sesler kesildi. Citoles kullanmaya başlayınca kendimi daha iyi hissetmeye başladım. İlaçları halen kullanıyorum çünkü biraz ara verdiğimde gördüm ki kafa karışıklığı, kararsızlık ve göz seyirmesi yeniden başlıyor.

Karşılaştığım garip bir hadise ise Adana’da yaşandı. Bu olay tamamen Adana’ya dönmeden önce kısa bir ziyarette başıma geldi. Annem canımı sıktı ve ardından dışarı çıktı. Nedenini şuan tam hatırlamıyorum ama gerçekten çok fazla canımı sıkmıştı. O dışarı çıkınca ardından hemen bir varlık önüme geldi. Bana dedi ki: “-Onun ölmesini ister misin?” Cevap verdim: “-Onun yüzünü görmeden yaşayamam.” Bu ilginç dumanımsı varlık ben böyle cevap verince ortadan kayboldu. Başıma gelen bu garip hadiseyi düşünüyordum. Acaba gerçek miydi, yoksa beynim bana yine oyunlar mı oynuyordu? Sonra bunun bir oyun olduğuna karar verdim. Çünkü düşününce fark ettim ki varlığın sesini hatırlamıyordum. Yani benimle konuşmuştu ama ses duymamıştım. Sesi bir kadın sesi değildi, bir erkek sesi de değildi.

Liseye giderken başka bir olay daha yaşamıştım. Rüyada Şeyh Edebali hazretlerini gördüm. Fakat bu olaydan hiç kimseye bahsetmedim. Şu ana kadar. O yüzdendir ki, kafamda hep soru işareti olarak kaldı. Şeyh Edebali hazretlerini görmek bende olumlu bir etki yapmıştı ve bugüne kadar hep işlerin iyiye gideceği yönündeki umudumu kaybetmemin önüne geçti. Eğer müslüman olmasaydım ve Allah korkusu duymasaydım öyle sanıyorum bu hayatın zorluklarını geride bırakmak için bir an dahi tereddüt etmezdim. Sayın okuyucu ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur herhalde.

Ve zaman akıp geçti.

Sen dünün emekleyen çocuğu yarınların ise fatihi

Mektubat’ı Rabbani’de okuduğum bir kaç satırlık cümle halen kulaklarımda “Ümidvar olunuz.”

Güncelleme - 20.08.2023

Baş dönmeleri oluyor. Bir kaç kez vücudumda titremeler başladı ve kontrolümü kaybederek yere yığıldım. Bayılma değildi çünkü olup biten şeyleri hatırlıyorum. Vücudumda istemsiz hareketler yeniden başladı. Bunlardan bahsettiğim Psikiyatri doktorum Citoles'i sabit bırakarak ARİPA'nın dozunu arttırdı.