Tasavuf terimleri olan "Ebrar ve Mukarreb" ulaşılan makamları ifade eder.

Ebrar, Allahü teâlâ'nın rızasını isteyen kişi demektir. Mukarreb ise bu rızaya kavuşmuştur. Ebrar ile Mukarreb arasındaki fark ise; ebrarda cennet arzusu ve cehennem korkusu halen kendi nefsi içindir, mukarreb'de de cennet arzusu ve cehennem korkusu vardır fakat o cenneti Allahü teâlâ'nın sevdiklerinin bulunduğu yer olduğu için ister. Diğer konularda da durum böyledir. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:

Her işin karşılığı, o işin kıymetine göre ölçülür. Tarla sürenler, sabahtan akşama kadar ter içinde çalışır. Buna karşılık, az bir şey alır. Mukarrebler, yani sultana yakın olanlarsa, her saatte yüzlerce lira alırlar. Böyle olmakla beraber, bunların bu paralarda hiç gözleri yoktur. Gözleri, gönülleri hep sultandadır. Aralarındaki farkı düşünün! Hadis-i kudside, (Ebrar bana kavuşmayı çok istediği gibi, ben de onlara kavuşmayı çok isterim) buyuruldu. Allahü teâlâ, ebrarın şevk, arzu sahibi olduklarını bildirdi, çünkü mukarrebler vasıl oldular. Bunlarda kavuşmak arzusu artık kalmadı. Şevk, ayrı olanlarda bulunur. (1/26, 1/127)

Âhireti, Cennet nimetlerini istemek, her ne kadar sevapsa da, mukarreblerce günah sayılır. Ahiretteki şeyleri istemek böyle olunca, dünyaya düşkün olmanın neye varacağını anlamalı, çünkü dünya [haram ve mekruhlar], Hak teâlânın sevmediği şeylerdir. (1/110)

Ebrar, Allahü teâlâya, Onun nimetlerine kavuşmak için ve azabından korktukları için ibadet ederler. Bu iki dilek, nefisin arzularıdır. Mukarreblerden, Allahü teâlâya, korkuyla ve nimetlerine kavuşmak için ibadet eden de vardır. Ama bunların korkuları ve arzuları kendi nefisleri için değildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için ve Onun gücenmesinden korktukları için ibadet ederler. Cenneti de isterler, çünkü Cennet, Allahü teâlânın rızasının, sevgisinin bulunduğu yerdir. Yoksa Cenneti istemeleri, nefislerinin zevkleri için değildir. Bunlar Cehennemden korkar, ondan koruması için dua ederler, çünkü Cehennem, Allahü teâlânın gazabının bulunduğu yerdir. Yoksa Cehennemden korkuları, nefislerini azaptan kurtarmak için değildir, çünkü bu büyükler, nefislerine köle olmaktan kurtulmuşlardır. Allahü teâlâ için hâlis kul olmuşlardır. Bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. (1/24)

Tasavvuftan maksat, nefs-i emmareyi tezkiye etmek, yani temizlemektir. Böylece nefis, aşağı, çirkin isteklerinin sebep olduğu, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınmaktan kurtulur. Ondan başka, bir mabudu, maksadı kalmaz. Dünyadan bir şey istemediği gibi, ahiretten de, bir şey istemez. Evet, ahireti istemek iyidir, sevabdır. Fakat ebrar [nefislerinin sevgisinden kurtulmamış olup, nefslerini azaptan korumak ve nimetlere kavuşturmak için, ibadet eden kimse] için sevabdır. Mukarrebler, ahireti istemeyi de günah bilir. Zat-ı ilahiden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, fenâ hâsıl olmak lazımdır ve Zat-ı ilahinin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Nimetler ve musibetler, eşit olur. (1/35)